Sıkça Sorulan Sorular

Dil ve Konuşma Terapisi mesleği biyomedikal bilimler, dil ve konuşma bozuklukları meslek bilimleri, klinik dilbilim, davranış bilimleri, halk sağlığı ve araştırma bilimlerini kapsayan disiplinlerarası ve çoklu-disiplinli bir bilim alanıdır’’

“Dil ve konuşma terapisti/patoloğu insan iletişimi ve dil (lisan)-konuşma ile ilgilenir ve nedenlerine bakmaksızın çocuklarda, ergenlerde, yetişkinlerde ve yaşlılarda tüm ses, konuşma, yutma fonksiyonları ve dil (lisan) bozukluklarını tedavi eder.

Dil ve konuşma terapisti/patoloğu, insan iletişimi ile ilgili bozuklukların yaşam boyu önlenmesi, ayırıcı tanısı, değerlendirmesi, tedavisi ve bilimsel incelemesinden sorumlu bir meslek erbabıdır.

Dil ve Konuşma Terapistlerinin görev, yetki ve sorumlulukları şöyle sıralanabilir:

  • Çocuk, ergen, yetişkin ve yaşlılarda insan iletişimini ilgilendiren tüm bozuklukları önleme, ayırıcı-tanısını koyma ve müdahale (tedaviterapi-öğretim) programı hazırlayıp uygulamadan sorumlu olma
  • Artikülasyon (dudak-damak yarığı, serebral palsi v.b bağlı ya da işlevsel gelişimsel yetersizlik, geç gelişme ya da nedeni belli olmayan) ve diğer konuşma sesi bozukluklarının tanı ve tedavisi
  • Ses bozuklukları tanı ve tedavisi
  • Özgül (spesifik) dil bozukluklarının tanı ve tedavisi
  • Dili yazarak ifade etmede karşılaşılan bozukluklar (disleksi,disgrafi, disortografi) ile mantıksal işlemlemeyi/akıl yürütmeyi etkileyen bozukluklarda tanı ve tedavi
  • Özel gereksinimli, gelişimsel yetersizliği olan (otizm gibi) çocuklara yönelik erken dil ve konuşma eğitimi ve terapisi
  • İşitme kayıplı çocuklara ve edinilmiş işitme kaybı olan bireylere konuşma ve dil terapisi
  • Afazi (inme sonrası dil ve konuşma kaybı) ve diğer nörolojik kökenli (dizartri, apraksi) konuşma ve dil bozukluklarını değerlendirme ve terapi
  • Yutma, yutkunma ve östaki borusunu etkileyen bozuklukların terapisi
  • Larenjektomi, trakeoktomililerde konuşma terapisi
  • Yaşlanmaya bağlı serebral bozuklukları (ALS, Parkinson, Alzheimer, Demans v.olan bireylere iletişim terapisi
  • Artikülasyon bozukluğu, yani bazı sesleri söyleyememe ya da yanlış söyleme (Halk arasında harfleri söyleyememe)
  • Konuşurken sesin kısılması, çatlaması gibi ses problemleri
  • Gecikmiş konuşma, örneğin üç yaşına gelmiş bir çocuğun konuşmaması ya da çok kısa cümleler kurarak konuşması
  • Kekemelik
  • Afazi, dizartri gibi beyin kanaması, kaza gibi travmatik beyin hasarlarının neden olduğu dil ve konuşma bozuklukları
  • Yutma problemleri
  • Down sendromu, otizm gibi nedenlerden kaynaklanan dil ve konuşma bozuklukları
  • Dudak ve damak yarıklığı gibi anomalilere bağlı dil ve konuşma problemleri
  • İşitme engeline bağlı dil ve konuşma bozuklukları

R sesini söyleyememe çoğunlukla yanlış alışkanlıklar ve edinmeler sonucu ortaya çıkar. Çok nadir durumlarda dilaltı bağı olması sebebi ile de çocuk r sesini çıkaramayabilir. Bazı durumlarda işitme engeli gibi problemler de r sesinin edinim sürecine engel olabilmektedir. Terapide amaç bireye r sesinin çıkış yeri ve biçimini öğreterek bireyin önce izole olarak r sesini sesletebilmesini sağlamaktır. Daha sonra hece, kelime ve cümle çalışmaları ile r sesinin konuşma içinde genellenmesi amaçlanır. Ayrıca çocukla r sesini sıklıkla yerine kullanıldığı l-y gibi seslerden ayırt etmesine yönelik çalışmalar da yapılır.

Bol bol kitap okumak ya da tekerleme çalışmaları r sesini çıkarabilmek için izlenilecek bir yöntem değildir. Birçok doktor ya da başka alanlardan uzman ve çalışanlar bu konuda bireylere bol bol kitap okuması yönünde tavsiyeler vermekte yönlendirmeler yapmaktadır. Oysaki kitap okuyarak r sesi edinilemez. R sesini izole olarak çıkaramayan bir kişi gerek kitap okurken gerek tekerleme söyleme ve konuşma esnasında r sesini zaten sesletemeyecektir. Bu yüzden öncelik r sesinin izole olarak çıkartılmasıdır. İlerleyen aşamalarda r sesinin konuşma için genellenmesi ve kullanımının çaba sarf etmeden otomatikleşmesi için yapılacak çalışmalarda tekerlemeler ve kitap okuma gibi etkinlikler kullanılabilir.

R sesi genel olarak çocukların en çok zorlandığı ve sesletemediği sesler arasındadır. Bunun sebebi r sesinin zor bir pozisyonda sesletilmesidir. R sesi için birey dilinin ucunu hem yukarı hem de geriye doğru hareket ettirmelidir. Ayrıca Türkçe de r sesi üç farklı pozisyonda üç farklı hal alır. Yani r sesi kendinden önce ve sonra gelen seslerden etkilenir. Bu durumda r sesinin çıkarılmasının güç olmasında bir başka etkendir. Aynı zamanda r sesi akıcı bir sestir yani kelimenin anlamını değiştirmez. Bu nedenle sesbilgisel farkındalık bu seste diğer seslere göre daha zor edinilir. Bu durumda r sesinin en sık rastlanılan boğumlanma problemlerinden biri olmasında rol oynar.

Afazi genellikle beyin kanamaları sonucu ortaya çıkan kişinin konuşmayı anlama, ifade etme, okuma-yazma becerilerini beyindeki meydana gelen hasarın yerine ve boyutuna bağlı olarak etkileyen bir durumdur. Genellikle yetişkinlikte görülür. Sıklıkla kafa yaralanmaları ve felçli hastalarda gözlemlenir.

Genellikle afazili bireylerde tamamen iyileşme az görülen bir durumdur. Yaşa bağlı olarak bireyin terapiden ve diğer alanlardaki tedavilerden göreceği fayda değişecektir. Genç yaşlarda beynin kendi kendini onarabilme yetisi daha fazla olacağından genç yaşlarda meydana gelen inmelerde inmemin de etkilediği bölgenin yerine ve büyüklüğüne bağlı olarak iyileşme oranı daha fazla görülür. Genel olarak bakıldığında afazili bireyler yaş, eğitim ve beyinde meydana gelen hasarın boyutuna bağlı olarak değişen oranlarda dil ve konuşma terapisinden yarar görebilirler ve de hayat kalitelerini arttırabilirler.

Genel olarak bakıldığından afazili bireylerin söylenilenleri anlaması için daha fazla zamana ihtiyaçları olur çünkü hastalar işittikleri halde işitsel anlamada zorluk yaşayabilirler. Ayrıca kelimenin anlamını hemen hatırlayamama afazili hastalarda görülen ve sorulara cevap vermemelerine neden olan bir başka sebeptir. Bazı afazili hastalar sözcük geri çağırmada da zorluk yaşarlar. Böyle bir durumda bireyler söylemek istediklerini düşünüp uygun kelimeyi bulabilmek için kelimeleri hatırlamaya ihtiyaç duyarlar. Aynı zamanda bir kez hatırlanılan ve kullanılan bir sözcüğü bir başka zaman tekrar hatırlamaya çalışmak zorunda kalabilirler. Tüm bu durumlar bazı afazili hastalarda psikolojik olarak çöküntülere de yol açabilir. Konuşmak onlar için fazlasıyla çaba sarf etmelerini gerektiren bir durum halini almıştır. Dil ve konuşma terapisi hastalara psikolojik anlamda da kendilerini daha iyi hissetmeleri için olanak sağlar.

Afazi kişinin entelektüel seviyesini etkilemeden, söylenenleri anlamada, akıcı ve anlamlı konuşabilmede, okuma ve yazmada bozukluklara neden olur. Afazinin türleri, hasarın beyindeki yerine ve şiddetine göre farklılıklar gösterebilmektedir.

Genel olarak afazili bireylerde afazinin türüne bağlı olarak değişmekle birlikte;

Konuşmada tutukluk, belli başlı kelimeler dışında konuşamama, sözdizimi ve gramer hataları, konuşma akıcı olsa bile içeriğinin anlamsız olması, kelimeleri hatırlamada güçlük ya da hatırlanan kelimeyi yanlış telaffuz etme, konuşulanları anlamama, kelimeleri yanlış yazma ve okuma, anlamsız kelime yinelemeleri, okuduğunu anlamada güçlük gözlemlenir.

Afazili bir hastanın en erken sürede terapiye başlaması uygun olacaktır çünkü yapışan araştırmalara göre iyileşme oranı ve hızı en fazla inme sonrası 6-12 aylarda gözlemlenmektedir. Zamanında ve yoğun şekilde yapılan terapinin bireyin dil ve konuşma becerilerini geri kazanmada etkili olduğu yapılan bilimsel araştırmalar ile saptanmıştır.

Gecikmiş dil ve konuşma ve özgül dil bozukluğu çeşitli sebeplere bağlı olarak ortaya çıkabilir. Bir çocuk zihin engeli, otizm, işitme engeli gibi durumlardan kaynaklı olarak geç konuşabileceği gibi herhangi bir fizyolojik ve nörolojik sebep olmaksızın da geç konuşabilir ya da dil ve konuşma gelişimi yaşıtlarından geri olabilir.

Normal dil gelişimi açısından baktığımızda bir çocuk 12-18 aylar arasında ilk kelimelerini söyler. İlerleyen aylarda kelime haznesi artar. 24. Aya ulaştığında çocuğun kelime haznesinin 50 kelime civarında olması beklenir ve bu dönemde çocuk anne gel, baba git gibi basit cümleler kurmaya başlar. Eğer bir çocuk 3 yaşına gelmiş olmasına rağmen hala cümle kurmuyor ise yaşıtlarından geri olduğu net bir şekilde söylenebilir. Böyle bir durumda vakit kaybetmeden bir uzman tarafından dil ve konuşma gelişimi değerlendirilmelidir.

Dil pek çok alt bileşenden oluşur, karmaşık üst bilişsel bir beceridir.  Çocuğun dilin hangi alt bileşenlerinde sorun yaşadığına bağlı olarak gelişimsel dil bozukluklarında görülen özellikler değişkenlik göstermektedir. Bazı çocuklar hem söylenileni anlamada hem de kendini ifade etmede sıkıntı yaşarken bazı çocuklar dildeki ekleri kullanmıyor ya da hatalı kullanıyor olabilir. Bazı çocuklar da hiç sözel çıktı olmayabilir ve işaret dili ile iletişime geçiyor olabilir. Beklendiğinde çocuk ek bir engel olmaması durumunda bir şekilde kendini ifade etmeye konuşmaya başlayacaktır. Ancak konuşmaya başladığından yine yaşıtlarına göre geri kalmış durumda olacaktır. Ayrıca dilin alt bileşenlerin de hala daha sorun yaşamaya devam edecektir. Toplumda bekleyin konuşur, erkek çocuklar geç konuşur, babası da geç konuşmuş gibi yapılan yönlendirmeler ile birçok aile zamanında terapiye başlamadığı için ve aslında çözülebilecek bir problem olan dil ve konuşma gecikmesi daha karmaşık bir hal almış olduğu için oldukça pişmandır. 

Bu açıdan bakıldığında 3 yaşını geçmiş ve hala konuşmayan bir çocuk için beklenmesi hiç de uygun olmayacaktır. Çocuk yaşı ilerledikçe konuşmaya başlayabilir ancak dilin hangi alt bileşenlerinde sorun yaşadığına bağlı olarak başka sorunlar yaşamaya devam edecektir. 5 yaşında konuşmaya başlayan bir çocuğun yaşıtları düzeyini destek almadan yakalaması oldukça güçtür. Gecikmiş dil ve konuşma vakalarında sıklıkla ilerleyen dönemlerde artikülasyon bozukluğu ve fonolojik bozukluk da görülür. Böyle bir durumda yaşıtlarından geri kalmış bir çocuk okul döneminde okuma yazma konusunda da problem yaşayacaktır.

Ayrıca iletişim insanların temel ihtiyaçlarındandır. 3 yaşına gelmiş ama hala sözel olarak iletişime geçemeyen bir çocuk buna bağlı olarak davranış problemleri geliştirecek (saldırganlık, ağlama, agresif olma vb) ya da içine kapanacaktır. Tüm bu durumların engellenmesi dil ve konuşma terapisi ile mümkündür.

Kekemelik çok faktörlü konuşmanın akıcılığında olan bir durumdur. Gelişimsel ve nörolojik kekemelik olmak üzere ikiye ayrılır. Gelişimsel kekemelik genellikle 2-6 yaş arasında ortaya çıkar. Nörolojik kekemelik beyindeki bir hasara bağlı olarak meydana gelir. Gelişimsel kekemelik toplumda en sık rastlanan kekemeliktir. Sebepleri ve şiddeti kişiden kişiye farklılık gösterir. Yapılan çalışmalara göre genetik, kişilik özellikleri, çevresel faktörler, öğrenilmiş davranışlar, aile içi iletişim ortamı, stres faktörleri ( korku, travmatik olaylar vs) kekemeliğin ortaya çıkmasında rol oynar. Kekemelik tek bir sebebe bağlı olmadığı için terapi aşamasında da kişiye göre farklı yaklaşımlar izlenebilir.

Kekemelik için iyileşme terimini kullanmak pek doğru olmaz çünkü kekemelik bir hastalık değil konuşmanın akıcılığı ile ilgili olan bir durumdur. Genel olarak kekemelik kontrol altına alınabilir bir durumdur. Bu amaçla terapilerde bireyle takılmalarını kontrol altına alabilmesine yönelik olarak çalışılır. Ayrıca bireyin iletişimden kaçmaması, kendine güvenini yitirmemesini sağlamak da terapinin en temel amaçlarından biridir.

Kekemelik belirli durumlarda artış belirli durumlarda azalış gösteren bir durumdur. Genel olarak bireyler şarkı söylerken, bir bebeğe konuşurken, aynı şeyi hem söyleyip hem konuşurken, hep bir ağızdan konuşurken, bir bebeğe ya da bir hayvana konuşurken, yalnız başına konuşurken, küfür ederken, kendi sesinden daha yüksek ya da alçak ses tonu ile konuşurken ya da kekelemez ya da daha az kekeler. Bu durumlar ise bize kekemeliğin stres faktörleri altında artarken psikolojik olarak rahat hissedilen durumlarda azaldığını göstermektedir. 

Kekemelik en başta bireyde özgüven eksikliğine yol açabilir. Çevreden alınan olumsuz tepkiler dolayısı ile kişi kendini toplumdan soyutlayabilir ve konuşma gerektirmeyen alanlara yönelebilir. Kekemelik birçok bireyin eş, okul, iş gibi önemli seçimlerini etkilemektedir. Birçok birey sadece kekelediğinden dolayı belirli ortamlara hiç girmemekte ve psikolojik olarak çok büyük problemler yaşamaktadır. Genel olarak kekemelik özgüven eksikliği, başarısızlık ve başarısızlık kaygısı, pek çok konuda korkuya sahip olmak, okulda başarısızlık, içe kapanma, değersizlik hissi ve depresyona sebep olmaktadır. Dil ve konuşma terapisi konuşmanın akıcılığını arttırmaya yönelik çalışmalar yanında kişide görülen bu psikolojik problemleri azaltmaya yönelik olarak çalışmalar da yapar ve soruna bütüncül olarak yaklaşır. 

Ne yazık ki ülkemiz de kekemeliğe 14 gün de son adı altında birçok merkez bulunmaktadır. Ve bu merkezlerde çalışanlar alanla alakası olmayan diploma ve yeterliliğe sahip olmayan kişilerdir. Kekemelik çok faktörlü olduğundan ve stres altında tekrar ortaya çıkma ihtimali yüksek olduğundan alanda yeterliliğe sahip hiçbir uzman kekemeliğin geçeceği konusunda böyle bir garanti vermez.  Eğer size bu garantiyi veren biri var ise bu konuda o kişinim yeterlilik ve güvenirliğini sorgulamanız zaman ve maddi kayıp yaşamamanız için en doğru şey olacaktır. 

Oyun terapisi çocukların davranışsal ve duygusal problemlerinin oyun yoluyla iyileştirilmesidir.

Oyun terapisini 3-12 yaş grubundaki tüm çocuklar deneyimleyebilirler. Çocuğun herhangi bir bedensel ya da zihinsel probleminin olması (ağır seviyedeki zihinsel gerilikler hariç) oyun terapisine katılmasına engel değildir.

Oyun terapisini oyun terapisi sertifikası bulunan psikologlar ya da psikolojik danışmanlar uygulayabilir.

Terapist çocuğu oyun sırasındaki tamamen özgür bırakır, onunla işbirliği içindedir, onu koşulsuz olarak kabul eder ve sınırsız bir empati kurar. Çocuk-terapist arasındaki güven dolu bir ilişkinin kurulduğu ve çocuğun oyun ortamına alıştığı ilk 3-4 seansın ardından çocuk kendisini iyileştirmeye yönelik canlandırmalara ve duygusal dışavurumlara başlar. Terapistin görevi kendi iç dünyasına doğru yola çıkan çocuğun yanında olmak, onu gözlemlemek ve duygularını ona yansıtmaktır. Birlikte çıkılan bu büyüleyici ve iyileştirici yolculukta hem çocuk hem de terapist birbirlerine etkisinin uzun yıllar süreceği olumlu değişimleri armağan ederler.


Bir sorunun çocuk açısından tedavi edilmesi gereken psikolojik sorun haline gelip gelmediğinin en temel belirleyicisi çocuğun yaşam işlevselliğinin (yeme-içme, uyku düzeni, kişilerarası ilişkiler, okula uyum vb.) bozulup bozulmadığıdır. Aileler genellikle çocuktaki bu temel işlevsellik alanlarındaki bozulmayı hissettiğinde psikolojik destek alma talebi ile ruh sağlığı uzmanlarına gelirler.

Oyun terapisine genellikle aşağıdaki durumların varlığında başvurulur ve profesyonel bir psikolojik hizmet sürecinin sonunda çocukta kalıcılığı olan pozitif değişimler sağlanır:

  • Bağlanma problemleri
  • Çocukluk korkuları ve kaygılar
  • Boşanma sonrası uyum problemleri
  • Otizm ve benzer gelişimsel bozukluklar
  • Saldırganlık ve aşırı dürtüsel davranışlar
  • Dikkat eksikliği ve hiperaktivite
  • Obsesif-kompulsif davranım sorunları
  • Aşırı içedönüklük ve sosyal kaygılar
  • Yeme bozukluğu
  • Öğrenme güçlüğü
  • Okul problemleri
  • Kardeş kıskançlığı
  • Alt ıslatma

Yapılan çok sayıda araştırmanın ulaştığı ortak sonuçlara göre oyun terapisini çocuk için iyileştirici kılan temel  terapötik etmenler şunlardır:

  • Çocuğun kendini ifade edebilme becerileri gelişir.
  • Yaşadığı geçmiş travmalarıyla ilgili bir duygusal boşalma yaşayıp rahatlar.
  • Bilinçaltındaki arzu, korku ve dürtülerini oyun aracılığıyla açığa çıkararak onları sağlıklı eylem ve amaçlara dönüştürerek benliğini bütünleştirir.
  • Terapi sırasında kullanılan öyküler, oyuncaklar, kuklalar ve canlandırmalar yoluyla birçok yeni beceri edinir.
  • Stres faktörlerini oyun ortamında canlandırarak yüzleşme ve başa çıkma becerilerini geliştirir.
  • Katarsis olarak adlandırılan duygusal dışavurum (ağlama, saldırganlığını hacıyatmaza vurarak gösterme vb.) ile kendini daha iyi hisseder.
  • Ahlaki yargılama becerisi ve empati düzeyi artar.
  • Oyun esnasında güç ve kontrolün kendinde olduğunu hissederek bunu yaşamına da aktaracak düşünce ve davranış biçimlerini kazanır.
  • Yeterlik, özdenetim algısı artar ve eskisine kıyasla daha olumlu bir benlik algısına sahip olur.
  • Yaratıcı problem çözme becerisi ve sosyal ortamlardaki olumlu davranışlar artar.
  • Fantezi ile gerçeğin dengelenmesi sağlanır ve çocuğun antisosyal ya da asosyal davranışları azalır.
  • Ebeveyn/ebeveynlerle İlk görüşme: Bu görüşmede aile üyeleri ve çocukta var olan sorunla ilgili bir takım sorular sorulur ve genel bir bilgi elde edilir. Bu ilk görüşmenin ardından terapist ebeveyne çocukla oyun terapisine başlamanın uygun olup olmadığının değerlendirmesini yapar.
  • Çocukla ilk görüşme: Ebeveyn ve çocuk psikolojik danışma merkezine birlikte gelirler. Ebeveyn oyun terapisi seansı bitene kadar (45-50 dakika) çocuğunu bekleme odasında bekler. Çocuk bu ilk terapi öncesinde terapistin kendisine göndermiş olduğu broşürü okumuş ve bilgilenmiştir.
  • Oyun terapisi yaratıcılık içeren ve çocuğun çok yönlü olarak incelendiği kapsamlı bir terapötik bir yaşantıdır. Dolayısıyla ilk 3-4 seans genellikle terapist ve çocuk arasındaki güven ilişkisinin geliştirilmesi ile geçer. Bazı vakaların tedavisinin bir-iki yıl kadar sürdüğü olmaktadır ancak çocuğun oyun terapisinden faydalanmaya başladığı genellikle 8-10 seansın ardından anlaşılır hale gelir. Oyun terapisinin ideal süresi 20-25 seanstır.
  • Aileye geri bildirim: Çocukla gerçekleştirilen 3-4 seansta bir ebeveynler için ayrı bir değerlendirme seansı yapılır.  Bu seansların amacı ailenin terapi sürecine dahil olmalarını sağlamak ve bir ekip olunduğunun hissedilmesidir.
  • Ne sıklıkla gelinmelidir? Başlangıçta çocuk haftada en az bir kez gelir, ilerleyen seanslarda bu sıklık iki haftada bire iner.
  • Terapist bu zaman diliminde aileye okuması için bazı kitaplar önerebilir ve onlara çocukla oyun oynamanın inceliklerini öğretir.

Ergenlerde oyun terapisi yerine yetişkinlerdeki terapi yöntemlerine benzer tarzda -terapist ve ergenin karşılıklı görüşme yaptığı- yöntemler kullanılmaktadır. Bir seans süresi 50-60 dakika kadardır. Terapiye ergeni tanımaya onun gelişimsel düzeyine uygun sorularla başlanır. Ergen ve terapist sorunlu olan alanları birlikte tespit ederler. Ardından da bilişsel davranışçı teknikler, rahatlama ve farkındalığa dayalı stres azaltma gibi metotlarla ergenin psikolojik sorunları üzerinde çalışılır ve gelişme sağlanır.

İlk seansta terapist ergenle tanışır ve gizlilik ilkesi gibi temel etik ilkelerden bahsederek terapi süreci hakkında ergeni bilgilendirir. Aynı seans içinde anne-babadan ergenin geçmiş hayatı ile ilgili bilgiler alınır ve terapinin aşamaları anlatılır. Ergen ve aile bilgilendirildikten ve onayları alındıktan sonra terapiye başlanır.

Diğer seanslar ergenle birebir görüşmeler yapılarak geçer ancak terapist ihtiyaç duydukça anne-baba için ayrı bir seans talep eder ve ebeveyn-çocuk ilişkileri üzerinde konuşulur.

Stres, depresyon, kaygı sorunları, kişilerarası iletişimde problemler, yeme ve uyku sorunları, öfke kontrolü ile ilgili problemler en yaygın psikolojik danışmaya geliş sebepleridir. Bunun yanı sıra herhangi ciddi psikolojik soruna sahip olmayan ancak kendini ve potansiyellerini daha iyi tanımak isteyen kişiler de bu hizmetten faydalanabilirler.

Her insan yaşamının en az iki-üç döneminde psikolojik danışma hizmeti almayı gerektirecek denli zorlu yaşantılar geçirir. Psikolojik hizmet almaya karar verildikten sonra psikoloğa gelişin düzenli olması ve sıklığının danışanın gereksinimine dayalı olarak belirlenmesi gerekmektedir. Genellikle terapinin başlarında danışanlar haftada bir psikologla görüşmeye gelirler. Kalıcı bir fayda sağlanabilmesi için psikoloğun önerdiği sürece terapiye devam edilmesi büyük önem taşımaktadır.